Baharın
geldiği anlaşılıyordu ağaçlarda açan beyaz çiçeklerden. Mis kokulu, görenlerin
gözlerini şenlendiren portakal ağaçlarının olduğu sokakta ise keyifli
komşulukların yaşandığı, yan yana dizili müstakil evler vardı. Kimisi ahşap, kimisi cumbalı, kimisi tek
katlı, kimisi ise panjurluydu. O mis kokuyu içinize çektiğiniz sokağın hemen
sonundaydı kahverengi, üç katlı ahşap ev. Her katından başka başka sesler
geliyordu.
- Anneee! Çorabım nerde?
-
Nereye koyduysan oradaa…
-
Anneee! Abim banyodan çıkmıyor. Okula geç kalıcamm..
-
Sanki o kız sana bakarda, süslenip duruyosun.
-Neşee!
Yine benim elbisemi giymişsin.
-Çocuklar
kahvaltıya. Hadi herkes aşağıya!
-Hanım.
Akşama ne lazım? Ben çıkıyorum.
-Hayırlı
işler canım. Bana biraz sabır lazım:))
Bir curcuna, bir koşuşturma.
Birden
telefonun sesine uyandı Zehra. Yorgunluktan uyuyakalmıştı televizyon izlerken.
Ekranda “Neşeli Günler” filmi. Bu filmi kaçıncı izleyişiydi bilmiyordu ama hep
o sıcaklığı hissediyordu. Filmin konusu mu yoksa kaybedilenler mi ona bu hissi
veriyordu henüz çözememişti. Birden etrafına baktı, o kalabalık film
sahnesinden koca evdeki tek başına yalnızlığa döndü.
Uzun
zamandır şehir dışındaki işi sebebiyle tek başına, ailesinden ayrı yaşıyordu.
Hayatı filmdeki gibi kalabalık bir ailede, sevdikleriyle beraber geçmişti.
Büyük şehre geldikten sonra uyum sağlamakta en zorlandığı şey akşam evdeki
yalnızlıktı. Günün duygusallığıyla eski günlere daldı gitti.
Babaanne,
anneanne, dedeler, halalar, teyzeler, amcalar, kuzenler… Beraber geçen çeyrek
bir ömür.
Hafta
sonlarının iple çekildiği zamanlar…
Babaannesinin
evi de tıpkı filmdeki gibi, üç katlı bahçeliydi. Büyük nine girişte, amca üst
katta, babaannesi ise en üst katta oturuyordu. Okul biter bitmez ödevler
yapılıp hafta sonu babaanneye gidilirdi. Sadece onlar değil, kuzenler, halalar
herkes gelmeye gayret ederdi. Hele o yaz günleri bahçede neler yapılırdı neler.
Mısırlar haşlanır, semaverde çaylar demlenir, gözlemeler pişirilirdi. Çocuklar
için oyun bahçesi, büyükler için sohbet yerleri, aç olanlar için yemeklerin
yapıldığı bir bahçe. Bahçedeki meyveler ise çeşit çeşit, tüm mahalleyle
paylaşılırdı.
“Bol
hareketin, ilişkinin olduğu zamanlar” dedi içinden.
Mahallede
de farklı değildi… Kim, kimin derdi vardı bilirdi, merak ederdi, dert ederdi. Mahallede
cenaze olsa yemekler pişirilir, ikramlar yapılır, acılar paylaşılırdı. O
zamanlarda kimse eğlenmez, nişan, düğün yapmazdı.
Nişan,
düğünde de hep birlikte eğlenilir, ikramlar eksik olmazdı. Cenaze de düğün de
tüm mahallenin cenazesi ve düğünü olurdu. Cenaze olsa herkesin evi cenaze evi,
düğün olsa herkesin evi bayram yeri olurdu. Yatılı misafirlerde komşular hemen
misafir odalarını açardı. Mahallede sınava girecek veya askere gidecek genç
olsa herkes dua ederdi…
Hafta
sonları mevzu bitmezdi. Kim kimi görse diğerinin havadisi de alınırdı.
-Ne
yaptın abi senin işi, yeni müdüre alışabildin mi?
-Ameliyat
ne zaman? Geçen hafta doktor ne dedi, görüşmen vardı?
-Bizim
oğlan birinden hoşlanıyormuş…
Aile
demek paylaşmak demekti , mutluluğu da, hüznü de, imkanları da.
Cep
telefonları daha yeni yeni kullanılmaya başlanılmıştı. İlk zamanlar bir hevesle
kullanılan telefonlar, telefonla aramalar arttıkça alışkanlığa dönüştü. Birbirlerinden haberleri olan insanların
misafirlikleri azalmıştı. Bayramlarda tüm mahalle birbirlerine giderlerken,
kimi sarma, kimi su böreği, kimi yemekle karşılarken; şimdi telefonla
bayramlaşmalar başlamıştı.
Akraba
ziyaretleri de payını almıştı tabii teknolojiden. Kuzenlerinin büyüdüğünü
telefonla görür olmuşlardı amcalar, yengeler. Anne baba ziyaretleri
seyrekleşmiş, nasılsa telefonla konuşur olunmuştu. Sesler duyulduğunda iletişim
kurulmuş olunuyor muydu gerçekten?
En
çok eksikliğini çocuklar çekiyordu. Hafta sonları evde geçmeye başlamıştı.
-Babaaa!
Ne zaman gideceğiz?
-Akşam
konuştuk ya kızım gitmeye ne gerek var.
İletişim
çağında mıyız, yoksa iletişim teknolojileri çağında mı?
Bizi yanıltan şeylerden biri de telefonla konuştuğumuzda ilişki kurduğumuzu zannetmemiz.
Teknoloji
çağında olmak bizleri birbirimizden uzaklaştırmadı mı sizce?
Her
an arayabilir olunca aile ziyaretleri azaldı. Eskiden mahalle komşularıyla aile
gibiyken, şimdi apartmanda komşularımızı tanımaz olduk.
Her
an görüşebilir olunca anne babamıza, anneannemize gitmeye gerekli hissetmez
olduk… “Nasılsa görüştük, bu hafta da tatile gidelim değil mi?”
Yakınımız hastalansa telefonla arayabildiğimiz hatta görüntülü konuşabildiğimiz için artık ziyaret etme ihtiyacı duymuyoruz. Bayramlarda telefonla görüşmek bizleri tatmin eder hale geldi.
“Nasılsa ararım, bir saat yol gitmeye ne gerek
var”
“Çocuklar,
haydi anneannenizle görüntülü görüşüyoruz, herkes toplansın.”
Üç ayda bir
memlekete gitme, misafir çağırma, akraba ziyaretlerimiz azalmadı mı?
Teknoloji çağı ilişkilerimizi bozduğu gibi
görmediğimiz olumsuz etkileri de oldu hayatımızda. Uzaktaki hiç tanımadığımız
insanları tanımak bizlere çekici geldi. Onların evleri, mutfağında yaptığı
pastalar, farklı ülkedeki insanlarla konuşmalar… Hatta hiç tanımadığımız insanları takip eder
olmadık mı?
“Ne paylaşımda bulunmuş bugün, beni takip
ediyor mu?”
“Gördün mü ne
giymiş bu sezon?”
Merak
ettiğimiz, ilgilendiğimiz insanlar uzakta olmaya başladı değil mi? Peki hiç
düşündük mü? Neden evin içindekilerle ilgili merakımız, sohbetimiz azaldı.
Hiç tanımadığımız
insanlarla ilgilendikçe, ailemizde ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını fark
edememeye başladık.
İletişimizi arttırdığı söylenen cep telefonları sizce iletişimizi güçlendirdi mi?
Yoksa
daha da bağlarımızı zayıflattı mı?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insana hayat yolunda ihtiyacı olan tüm bilgileri veren gerçeklik ilmidir. Deneyimlerden yola çıkarak ulaştığı gerçek bilgilerle insanın geleceğini tasarlaması için stratejiler üretir. Problemlerini nasıl çözebileceğine dair gerçek yöntemler sunar.
“Kim Kimdir?”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmanın yöntemlerini aktarır.
“Keşfedilmemiş tek şey: Daha iyisidir.”
Yahya Hamurcu
Ne kadar güzel anlatmışsınız. Hakikaten öyle. İletişim çağı değil, iletişim teknolojileri çağı. Ve bu çağda iletisimsizlikten ölüyoruz
YanıtlaSilİletişim araçları arttı ama iletişim marifetimiz kalmadı. Bu öyküde anlatılanların hepsini yaşamış bir birey olarak eksikliğini çok hissediyorum…
YanıtlaSilHer geçen gün yalnızlığımız artıyor. Her geçen gün iletişim becerimizi kaybediyoruz.
YanıtlaSilArtık iletişim yapmadığımızı ilişki kurmadığımızı, iletişim çağında olduğumuz yalanını gözler önüne sermiş Bir yazı. Biz sadece iletişim kurduğumuzu zannediyoruz gerçekte iletişim bu olamaz.
YanıtlaSilİnsanın içini ısıtan sıcacık bir yazı olmuş elinize sağlık. Teknoloji ve iletişimsizlik
YanıtlaSilEskiden her fırsatta bursaya giderdik, maddi imkanımız çok daha azdı, toplanıp gitmek daha zordu… ama öyle özlerdik ki akrabalarımızı… şimdi zaten her zaman görüşebiliriz o yüzden çook az görüşüyoruz. Bu çocuklukla ilgili de değil… çocuklar da bizim gibi, bir arada eğlenseler bile hemen sıkılmalar başlıyor, uzaktayken kameradan el sallayıp kaçıyorlar… neyi kazandık neyi kaybettik?
YanıtlaSilEskiden her fırsatta bursaya akrabaları ziyarete giderdik. Maddi imkanlar daha kısıtlı, toplanıp gitmek daha zor olmasına rağmen. Şimdi her istediğimizde gidebiliriz, arayabilirz, o yüzden gitmiyoruz… hatta pek aramıyoruz bile. Bu büyümekle ilgili sanıyordum ama değil, çocuklarımız da bizim gibi değil çünkü… ne acı. Neyi kazanmışız, neyi kaybetmişiz…
YanıtlaSilAkşam belli saatte evde olurdu insanlar ve en önemli gezmeler, "ev gezmeleri" idi. Birbirine sabır ve hoşgörü daha yüksekti. Okuyunca özledim.
YanıtlaSilYazıyı okuyunca beni çocukluğuma aldı götürdü. Ne güzeldi o günler. özellikle tv. nin olmadığı uzun kış geceleri mutlaka bir komşuya gidilir yada biri gelirdi. bütün aile bir arada oturmak zorundaydık evimiz sobalıydı. Zahmet zannettiğimiz şeyler aslında rahmetmiş de bilememişiz.
YanıtlaSilUmarım telefonlara rağmen bağlarımızı güçlü tutanlardan oluruz.
YanıtlaSilKeleminize sağlık 🌸