HER ŞEY DE BENİ BULUYOR!
Yine
geç yatılan gecelerden birinin sabahıydı. Alarmın sesini üçüncü kez kapattıktan
sonra yüzünü yastığa gömdü Merve. Perdenin aralığından giren ışık gözlerini
kamaştırıyordu. “Çok uykum var.”
diyerek istemeye istemeye kalktı yataktan. Çocukların beslenmelerini
hazırlarken, bir taraftan da kahvaltıyı hazırlıyordu. Ekmek sepetine uzandı,
içi boştu. Apar topar fırına gitmek için hazırlandı. Kendi kendine “Ahmet’e deyinceye kadar ben giderim.”
dedi. Dışarı çıktığında yağmurlu havayı görünce “Eyvah! Beyaz kıyafetim, ayakkabım batmasa bari” dedi. Hızlıca
fırına vardı, ekmeği eline aldığında tebessüm etti. Sıcacık mis gibi kokan
ekmekler fırından yeni çıkmıştı. Ekmekleri soğutmadan eve ulaştırmak için koşar
adımlarla ilerledi. Yoldan geçen bir araç tüm yağmur suyunu üzerine fışkırttı. O
an, oturup ağlamak için çok uygundu. Onca yetişmesi gereken işin üstüne bir de
bu aksilik. “Neden her şey beni buluyor? Neden
her şeyi ben düşünüyorum? Neden Ahmet’i fırına yollamadım? Şuraya bak düşünecek
vaktim bile yok, geç kalacağım.” diyerek yürümeye devam etti. Eve
geldiğinde eşi ve çocukları hala uyuyordu. Hiçbir şeyin farkında olmamalarından
yorulduğunu fark etti. Evin tüm yükünü omuzlamak ağır geliyordu. Mutfakta
söylenirken eşi yanına geldi ve sordu.
-
Yine neyin var, neden gerildin de söyleniyorsun?
-
Bir de soruyor musun? Hiçbir şey umurunda
değil. Ben uyandırmasam kimsenin kalkası bile yok. Fırına gittim, arabanın biri
her yerimi ıslattı.
-
Söyleseydin ben giderdim fırına.
-
Ofun pofun olacaktı, uğraşmak istemedim.
Neyse artık hallettim yine bir şekilde zaten.
Sofra
bir şekilde hazırlanmıştı ama eşi ve çocuklar her zamanki gibi somurtup
oflayarak yapmışlardı kahvaltılarını. Beslenme çantalarını hazırlamaya
çalışırken “Kimi memnun etmeye çalışıyorum ben de.” diye geçirdi
aklından. Herkesi bir şekilde uğurladı. Sonra evi toparladı ve işe gitti. Bir
sürü iş yine onu bekliyordu. Kahvesini alıp masasına oturdu. Dünkü dosyalar
eksik gelmişti, diğer günler gibi. Yeni başlayan kıza bir türlü öğretememişti.
Hep kendisi topluyordu arkasını. Derken öğlen olmuştu ve sırayla herkes yemek
molasına çıkıyordu. Merve hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra bahçeye çıktı.
Arkadaşı Zehra kamelyada oturuyordu. Sabahki ıslanmanın etkisi ile açık havada
bir üşüme tutmuştu ama biraz sohbet de etmek istiyordu. Hapşıra hapşıra yanına
gitti. Arkadaşı Zehra aklı başında biriydi. O nedenle Merve ne sıkıntısı olsa
ona danışırdı. Zehra Merve’nin sorunlarını biliyordu. Ancak cevabını onun bulması
gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden Merve’ye sorular sordu. Zehra,
-
Merveciğim,
sabahları zor uyanmanın nedeni gece geç yatman olabilir mi?
-
Evet,
biraz geç kalıyorum, çocukların ödevlerini yapıyorum, yani yapıyoruz sonra evi
toparla falan derken vakit geç oluyor.
-
Sabah
ekmeği eşinden istesen fırına gitmez miydi? Ne dersin, eşin Ahmet zamanla alışamaz
mıydı?
-
Galiba
ama sabredecek halim yoktu.
-
Aile
sence ne demek? Tek kişinin çırpınışları ile kurulabilir mi bir yuva?
-
Ben
fedakarlık yaptığımı düşünüyordum şimdiye kadar açıkçası.
-
Fedakarlık
mı diyelim yoksa taviz mi sence?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Aile,
ortak bir hedef doğrultusunda bedel ödeyen kişilerden oluşan topluluktur.” Kurulan
sofrada anneden babaya, evlada kadar herkesin payı olduğunda bir aileden bahsedilebilir
ancak.
Öğleden sonra tüm gün Zehra’nın ard arda sorduğu
soruları cevaplamaya çalıştı zihninde. İş çıkışı zihni hala cevaplara ulaşamamıştı.
Kısa olan ev-iş arası mesafeyi yürüyerek gitmeye karar verdi o gün.
Anne
babası olmadan büyümüştü çocukluğunda. Aile hasreti çekmişti yıllarca. Onun
acısıyla evlendikten sonra her şeyini ortaya koymuştu yeni kurulan ailesi için.
Ama yıllardır özlemini çektiği aileyi sadece kendi yapıp ettikleri ile kurmaya
çalıştığını fark etti. Sadece Merve’nin adının geçtiği öyküler inşa etmişti.
Ama eşi veya çocuklarının başarısına dair hiçbir şey yoktu o ailede. Çünkü
onlara hiç pay vermemişti Merve. Sürekli şikâyet ettiği şeyin sebebi aslında
belki de ta kendisiydi.
“Neden her şey beni buluyor?”
“Neden her şeyi ben
düşünüyorum?”
Belki de herkesin yapacağı işlere atlayarak fark etmeden
bunun böyle olmasını kendi istiyordu. Sürekli “Her
şeyi ben yapmalıyım.” şeklinde hareket
ederdi. Bu kişinin “Neden
her şey beni buluyor?” demesi başlı başına
bir tutarsızlıktı. Onlara da pay verse değişecekti belki her şey. Bunu yapmaya
karar verdi.
Haftalar geçmişti, Merve eski Merve değildi. Artık
çocukların ödevini yapmıyor, onların yapmasını sağlıyordu. Sabahları eşini
ekmek almak için kaldırıyordu. Başta mızırdansa da sonraları isteyerek gitmeye
başlamıştı. Sabahları çocukların da sofraya ufak tefek şeyler getirmesini
istiyordu. Birkaç şeydi, hayatında değiştirdikleri aslında. Ama o kadar önemli
şeylermiş ki bunlar artık sabah kavgaları azalmış, kahvaltılar daha neşeli bir
hal almıştı. Herkesin sofrada tuzu olunca aile olmaya başlamışlardı.
Çünkü gerçek bir aile olmak yanınızda, sizle ortak
bir hedefte çaba harcayan insanların olması demekti.
Her şeyin bizi bulmadığı, hepimizin bir payının
olduğu ailelerimizin olması dileği ile…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insana hayat yolunda ihtiyacı olan tüm bilgileri veren gerçeklik ilmidir. Deneyimlerden yola çıkarak ulaştığı gerçek bilgilerle insanın geleceğini tasarlaması için stratejiler üretir. Problemlerini nasıl çözebileceğine dair gerçek yöntemler sunar.
Çok keyifli ve düşündürücü bir yazı elinize sağlık
YanıtlaSilAile ortak bedellerin ortak amacın ortak hedeflerin olduğu bir kurum. Sadece Ortak sevinçlerin yaşandığı değil ortak acıların da sorumlulukların paylaşıldığı yer. Ailede bu ortaklığa herkes için pay var. Ne güzel anlatılmış pay vermeyince ortaya çıkan sıkıntılar.
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌸başkalarına da fırsat verelim onların bedellerini alıp onları marifetsizleştirmeyelim 😊
YanıtlaSil"Aile, ortak bir hedef doğrultusunda bedel ödeyen kişilerden oluşan topluluktur. " keşke her söylenen ilk söylendiğinde anlaşılsaydı ... kaleminize sağlık tamda bugünü anlatan bir yazı olmuş 🌸
YanıtlaSil