İSTANBULLU GELİN
Gün iyice aydınlanmış, balkonda her zaman oturduğu köşesine geçmişti. Dumanı üstünde tüten kahvesini yudumladı. Kış geldiğini hissettirmiş, ağaçlar kırağı tutmuştu. Ceketini almadan çıkan Özlem hafif ürpermişti. Ama yine de soğuğu hissetmekten aldığı bir keyif de vardı. Seviyordu artık buranın soğuk havalarını. İlk geldiği zamanlar soğuktan ne çok şikayet eder, “Bir türlü ısınamıyorum bu nasıl bir soğuk.” derdi. Konya’nın havası kuru olduğu için ayaz olur ve insanı üşütürdü. O zamanlar sadece soğuğundan değil her şeyinden şikayet ederdi. Tam on iki yıl olmuştu Konya’ya gelin geleli. Koskoca on iki yıl, dile kolay… Geçmişi düşündü buraya gelin olarak geldiği ilk yılları. Ne çok zorlanmıştı alışmakta, uyum sağlamakta. O zamanlar ne o buraları, ne de onlar Özlem’i kabullenebilmişti. Yıllarca bu şehre uyumlanamadığı için de adı “İstanbullu Gelin” olmuştu.
Eşi Fatih ile İstanbul'da aynı fakültede okumuş, orada tanışmışlardı. Fatih çok beyefendi, kibar, bulunduğu ortama uyum sağlayan biriydi. Üniversite arkadaşlıkları zamanla sevgili olma yolunda ilerlemişti. Mezun olduklarında Fatih Konya’ya dönüp babasının işlerinin başına geçmişti. Özlem ise hemen işe girmek istememiş, bir süre mezuniyetin tadını çıkarmak istemişti. Ama bir taraftan da Fatih'i çok özlemekteydi. Fatih de Özlem’i özlüyor ve işlerini bir an önce yoluna koymak için var gücüyle çalışıyordu. Aradan geçen altı aydan sonra Fatih işlerini iyice oturtmuştu. Artık tüm cesaretini toplayıp Özlem’e evlenme teklif etmeye karar vermişti. Arkadaşları Özlem’i “Her zaman gittiğimiz kafede buluşalım.” deyip çağırmışlardı. Özlem Fatih’in bu sürprizi karşısında büyük bir sevinçle “Eveeet!” demişti.
Sonrası malum, ailelerin tanışması, isteme merasimi ve Özlem’im Konya’ya gelin gelmesi. Gelmişti gelmesine ama bedeni orada, ruhu sanki İstanbul’da kalmıştı. Başta Fatih’e olan sevgisinden fark edememişti bu durumu ama sonrasında işin içine aileler, yeni bir şehir, farklı kültürler girmişti. Bir türlü alışamıyordu tüm bunlara. Havasından, suyundan, insanından sürekli şikayet etmekteydi. Şikayet ettikçe de mutsuzluğu artar hale gelmişti.
Onlar evlendikten iki sene sonra Fatih’in erkek kardeşi de evlenmişti. O gelin de İzmir’den, Konya’ya gelmişti. Özlem başlarda Nisa ile çok ortak nokta bulacağını zannetmişti. Ama işler düşündüğü gibi olmamıştı. Aksine yeni gelin Konya’yı çok sevmişti.
“Trafik daha az, bir günde birçok iş halledebiliyorsun. Havası nemli değil insanı daraltmıyor.” diyordu. Özlem'in olumsuz baktığı her şeyin o iyi tarafını görüyordu. Nisa Özlem’in tam tersi aile ile hemen kaynaşmış, sevilen gelin olmuştu sanki. Kayınvalidesine, kayınpederine hitap ederken “annecim, babacım” diyordu. Onlar da “gelin kızımız” ya da “kızım” diyorlardı. Hiç “İzmirli gelin” olmamış, birbirleriyle hemen kaynaşmışlardı.
Özlem’in yıllardır görmediği sevgiyi sanki yeni gelin hemen görmüştü. Kendi adı ise hâlâ “İstanbullu Gelin” idi. Neden, ne fark vardı ki o “kızım” olmuştu da Özlem olamamıştı? Fatih’e sitem ederken, onun söyledikleri bir şeyleri fark etmesini sağladı;
- Evet sen de kendince haklısın hayatım seni anlıyorum, dışlanmışlık hissi insanı üzer. Ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum belki sen farklı anlamışsındır. Bir de senin mesafeli bir yapın var. Onlar da o mesafeden dolayı sana pek yaklaşmıyor olabilirler.
- Benim saygılı olmam onların sınırlarına da hassasiyet göstermem kötü bir şey mi? Ben ailene saygıda kusur etmedim, bu böyle mi anlaşıldı?
- Elbette onu söylemek istemedim biliyorsun. Aksine senin saygı göstermen benim ve ailemin hoşuna gidiyor. Ama bir türlü buralara ve onlara uyum sağlayamadın. Ne söyleseler zıddında söyleyecek bir şey buluyorsun. Her seferinde İstanbul ile burayı kıyaslıyorsun. Hiçbir şey yoksa bile iklimi farklı hayatım, kabul et. Mesela köye gittiğimiz zaman yolun çamur olmasından şikayet ediyorsun. Yolu çamur olmayan köy mü olur. Çamur olduğunu söylememe rağmen oraya uygun olmayan ayakkabınla gidiyorsun. Sonra “Ayakkabılarım ne hale geldi.” diyorsun. “Gelme evde kal akşama döneriz.” diyorum. “Her gün evdeyim değişiklik olsun.” diyorsun. Köydeki imkanlar belli orada evdeki gibi konfor istiyorsun. Havasından şikayet ediyorsun, havaya uyumlu giyinmiyorsun. Ben seni incitmek istemiyorum sadece problemi görmeni istiyorum.” Aslında onların yaptığı şeyin aynısını sen de yapıyorsun.
- Nasıl yani?
- Nisa'ya kızım deyip sana İstanbullu gelin dediklerinde üzülüyorsun. Sen de onlara karşı mesafeli olunca inan onlar da üzülüyorlar. Uyumlanmazsan nasıl bir ömür geçer? Neden iyi olan taraflarına bakmıyorsun. Eğer bunu başarırsan gör bak her şey değişecek. Bizim ilişkimizde de önce ben sana uyumlandım. Böylelikle benimle arkadaş ve eş oldun ve ben hikayenin sonunda kazanan taraf oldum. Seninle birlikte olmaktan çok mutluyum. Sen de bulunduğun ortama uyum sağlarsan inan bana mutlu olacaksın.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “İlk uyumlanan ilişkiyi yönetir.”
O konuşma, Özlem’in dün gibi aklındaydı, Fatih haklıydı. Onu dinledikten sonra her şey değişmeye başlamış, adı İstanbullu gelinden zamanla ilk göz ağrımıza dönmüştü. Çocukları olduğunda uyumlanmanın çok doğru olduğunu bir kez daha anlamıştı. Bu süreçte kayınvalidesinden çok destek almıştı. Bir süre sonra birçok arkadaş edinmişti. Uyumlanarak şikayetlerini azaltmak onun hayatını çok daha güzelleştirmişti.
Belki biz de Özlem gibi şikayet ettiğimiz şeyleri bir kenara bırakıp uyumlanmayı başardığımızda birçok şeyi değiştirebiliriz hayatımızda.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insana hayat yolunda ihtiyacı olan tüm bilgileri veren gerçeklik ilmidir. Deneyimlerden yola çıkarak ulaştığı gerçek bilgilerle insanın geleceğini tasarlaması için stratejiler üretir. Problemlerini nasıl çözebileceğine dair gerçek yöntemler sunar.
Uyumlanamadığın yerde var olamıyorsun 🌿
YanıtlaSilİnsan uyumlanırken bile uyumu karşıdan bekliyor :)
YanıtlaSilUyuma dair güzel bir yazı kaleminize sağlık 🌸