UYUM
Leyla iyi bir kitap okuyucusuydu. Okuduğu kitapların da hepsini saklar, vermeye kıyamazdı.
Kitapları artık odasına sığmaz hale geldi. Üst üste biriken, tozlanan bu kitapların
bir çaresine bakmalıydı.
Annesi
odasına karışmıyordu ancak gözlerinin kitaplarının üstünde olduğunun da
farkındaydı. “Bir kitaplık daha alsam iyi
olur.“ diye düşündü. Ancak oldum olası alışveriş onu zorlardı. Çünkü kolay
beğenen biri değildi. Bir şeyi satın alması için mutlaka mükemmel olmasını isterdi.
Özellikle de antika eşyaları çok
severdi. Ancak antika eşyaları da evdeki diğer modern eşyalar ile uyumlu hale
getirmek gerekiyordu.
Yazdan
kalma bir kış günüydü. “Hem yürürüm hem
de o güzelim antikalara bakınırım.“ diye düşünürken kendini antikacılar sokağında
buldu. Belki güzel bir kitaplık da bulabilirdi.
Eski eşyaların
yaşanmışlığı onlara bir karakter katıyordu. Her biri kendi zamanlarındaki
olaylarına şahitlik etmişti. Kim bilir neler görmüş, nelere tanıklık
etmişlerdi? Antikayı modern eşyalardan farklı kılan şey belki de buydu. Keşke
dilleri olsaydı da şahitliklerini anlatsalardı. Şimdilerde satılan mobilyalar
gibi değildi antikalar. Dekorasyon marketlerinden alınan eşyaları bir sök, bir
tak, bir de taşın işi bitiyordu. Hâlbuki antikalar babadan oğula kalan
miraslardı. Herkes değerini biliyor muydu?
Hayır. Ancak değerini bilen sarraf için her biri ayrı bir hazineydi.
Tek tek
sokaktaki her bir dükkânı dolaştı. Bazıları cafelere dönüşmüştü. Her birinde farklı
bir müzik çalıyordu. Eski pikaplardaki plakların sesleri sokakta birbirine
karışıyordu. Dükkânların birinde, yeşil boyalı, eski bir kitaplık çarptı gözüne.
Kitaplığın yapıldığı ağacı hissetmek istercesine elini raflarda gezdirdi.
Boyasındaki yıpranmışlıklar ona bir asalet katmıştı. Raflar vaktiyle taşıdığı
kitapların ağırlığı ile esnemişti. Baş kısmında taç gibi bir oyması vardı. Alt
raflar kapaklıydı. Üzerinde enine ve boyuna düz oyma çizgiler bulunuyordu. Alt raflar
oldukça yeni görünüyordu. Fazla kullanılmamış olmalıydı. Sağ kapağın iç
kısmında küçük bir çıkıntı dikkatini çekti. Yeterli ışık olmadığından ne olduğu
tam anlaşılmıyordu. Telefonunun ışığını yakarak tekrar baktı oyuntuya, eliyle
dokundu. “Ne kadar da küçük.” diye düşündü. Diğer kapağa baktı onda bu
çıkıntı yoktu.
O esnada
dükkân sahibi kadının sesi ile irkildi:
- Gerçeği
olsa çok yüksek olurdu fiyatı. Biz de o fare oymasını görünce şaşırdık. Aslında
İngiltere’de tanınmış bir tasarımcının imzasıdır. Buradaki bir marangoz bir
dergiden esinlenip taklit etmiş. Çok güzel değil mi?
- Aslında
fare insanların çok irkildiği bir hayvan ama bu kitaplığa gizem katmış. İnsan bu
oymanın burada ne işi var diye merak ediyor.
- Bazı
müşterilerimiz kitaplığı beğendi ancak sırf fare oymasından tiksindiği için
almadı. Hatta alıp onu oradan kazıtmak isteyen oldu. Ancak biz razı olmadık,
tasarımcıya saygısızlık olurdu. Kitaplığın orijinal halini bozmaya gönlümüz el
vermedi.
- Evet,
rahatsız olanlar olabilir. Bense çok beğendim.
- Tasarlanan
eşyalara tasarım dışında böyle değişik bir imza atılması çok etkileyici. İngiltere’deki
bahsettiğiniz o tasarımcıyı da duymuştum. Açıkçası o mu, diye düşünürken siz
içeri girdiniz. İsmini hatırlayamadım ama onun eseri olmadığına sevindim. Çünkü
o fiyata satın alamazdım.
- En
az onun eserleri kadar güzel yapılmış, içiniz rahat olsun. Çok değişik bir
rengi ve tarzı var.
- Ben
de tarzına ve oymasına hayran oldum. Kendine ait bir kimliği olması fikri
hoşuma gitti.
- Aynen
öyle hanımefendi. Siz bilmeseniz zaten bakmazdınız diye tahmin etmiştim.
Leyla dükkân
sahibi ile ufak bir pazarlık sonrası kitaplığı satın aldı. Teslimat için adresini
bıraktı ve sahile doğru yürüdü. Yakında sevdiği bir köfteci vardı. Köfte ekmeğini
ve şalgam suyunu alıp sahilde oturdu. İyot kokusunu derin derin içine çekti. Etrafındaki
her şeyi tek tek süzerken düşüncelere dalmıştı.
Her şey ne kadar kusursuz. Hem birbirlerinin
ihtiyacını karşılıyor, hem de çok güzeller. Denize bakıyorsun içindeki canlılar
hem birlikte yaşıyorlar hem de birbirini besliyorlar. Ne biri fazla çoğalıyor
ne de biri yok oluyor. Uyum içine varlıklarını devam ettiriyorlar. Oysa
insanoğlu azıcık palazlansa hemen diğerine zorbalık yapardı. İnsan müdahale
etmese bu denge milyonlarca yıl sürerdi. Hatta insanın zorba müdahalesine
rağmen hala hayat buluyordu.
Toprağa bakıyorsun binlerce bitkinin, haşeratın
yuvası. Her şeyi içine alıyor ve her şeyin üstünü örtüyor. İçindeki canlılar
hem bitkiye besin sağlıyor hem gübre oluyor. Bitkiler renk renk, dağdaki başka,
ovadaki başka, ekvatordaki başka, kutuptaki başka. Her bitkinin birbirinden
farklı şifası var. Her biri o kadar estetik ki ve her birinin rengi öylesine güzel
ki. Hepsi beyaz olabilirdi mesela ya da hepsi kırmızı... Ama öyle değil işte.
Sanki her şeyin arkasında bir sanatçı var. Aynı
zamanda bir matematikçi var, sonra anlıyorsun ki bir de fizikçi var. Detay
detay bakınca bir kimyacı da olmalı diyorsun. Dünya neredeyse kocaman bir okul
ve oku oku bitmiyor.
Yer gök arasındaki her şey yalnızca yaratılmamış
aynı zamanda bir düzen oluşturulmuş. Her şey o düzen içerisinde akıp gidiyor.
Bazen uyumsuzluk var dediğimiz şey bile kendi içinde uyumlu. Bakıyorsun deniz
kirleniyor, balon balığı geliyor. Sonra kurtulmak istediğin o balon balığı bir
hastalığın şifası oluyor. Sen onu avlayıp satıp kazanç kapısı yapabiliyorsun. Her
şeyin birbiri ile bir ilişkisi var. Her şey birbiriyle mükemmel uyumlu. Öyle ki
insanoğlu bu düzeni anlamak için binlerce yıldır uğraşıyor. Her bir
yaratılmışın beslenmesi, çevresi ile ilişkilerinin detayı bulununca da bu bilim
oluyor.
Gökte uçanından yerde yürüyeni, sürünenine kadar
her biri ayrı bir dünya adeta… Yılan
deyip ürktüğümüz hayvana bile yakından baksak hayran olacağız. Derisinin desenleri
ve toprağın üzerinde elektrik takılmışçasına kayarak gidişi inanılmaz.
İnsan diyor ki bazen; “Bir uyumsuzluk ve bir
çatlak var mı acaba?” Araştırmaktan yorgun düşünce de anlıyor ki; aslında
yaratılmış olan her şeyde -insanın kendisi de dâhil- bir imza var. Tıpkı o
küçük oyma farenin imalatçısına işaret etmesi gibi. Nereden bakmaya,
araştırmaya başlarsa başlasın o müthiş düzen ve tasarımı fark ediyor insan.
Hepsini anlayıp çözmesi ise değil bir ömür, binlerce ömür tüketse de yetmez.
Leyla
bir ısırık daha aldı elindekinden ve düşünmeye devam etti. Etrafındaki güneşini
engelleyen çok katlı devasa binalara baktı. “Doğayla ne kadar uyumsuz.“ diye geçirdi içinden. Oysa eski insanlar
ne üretse doğa ile uyumluydu. Belki de antikaları bu yüzden seviyordu. Bizden
önceki insanlar bu düzeni anladıkları için belki daha kalıcı eserler inşa
etmişlerdi. Bizlerse teknolojimize güvenip doğayla uyumlanamadık. Bütün
canlıların yaşadığı dünyayı tehlikeye soktuk. Hava, su, yiyecekleri ve doğayı kirlettik.
Sadece yaratılmış olanı anlayıp taklit etseydik her şey daha kolay olacaktı. Ancak
biz Yaratıcıyı da onun tasarımını da pek anlayamadık ve uyumsuz kaldık. Uyumsuzluğun
olduğu yerde de huzur ve düzen olmuyor.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki: Bu hayatta uyumsuz olan yok olmaya mahkumdur.
Başarısının
ilk adımı bulunduğun sahneye uyumlu olmaktır.
Sadece
öğrenmeye açık olması ve saf akılla hayata bakması işini kolaylaştıracaktır.
İnsanoğlu hep anda rahat etmeyi seçti. Toplamdaki rahatını düşünmedi.
YanıtlaSilO yüzden uyumlanan hayatta kalır:) Kaleminize sağlık çok güzel bir yazı olmuş💖
YanıtlaSilUyumsuz olan hem yük hemde yok olmaya mahkûm….
YanıtlaSilçok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık..
YanıtlaSilYeryüzünde bulunan her canlı içinde bulunduğu sürece uyum sağlıyor. Ama insan öyle değil...
YanıtlaSilBir kimse ne kadar çabuk uyumlanıyorsa o kadar çabuk başarıya ulaşır. Ve çabuk uyumlanan danışılan olur...
YanıtlaSilYaratılanı modellemek, onun iyiliklerini modellemek, zorbalaşmadan, hep daha iyiye doğru...
YanıtlaSilkaleminize sağlık
Başarısının ilk adımı bulunduğun sahneye uyumlu olmaktır.
YanıtlaSilNe kadar güzel anlatmışsınız. Eski insanlar anlamış ve uyumlu üretim yaparak kalıcılık sağlamış. Bizim de hedefimize, amacımıza uyumlu davrana bilmemiz nasip olsun insAllah 🤲 teşekkürler kaleminize sağlık ☺️🪻🌺🌷
YanıtlaSilNe gereği birazdan ineceğin otobüse Afgan halısını sermeye…
YanıtlaSilUyumlanan hayatta kalır. Bir bitki bile uyumlandığı toprakta hayat buluyor yoksa solup gidiyor. Kaleminize sağlık keyifle okudum.
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌹
YanıtlaSilUyum gösterdiğimiz sürece var oluruz. Yaradanın yarattıklarına O’nun yasalarına uyumlu olan kazanır.
Herşeyin imzasının sahibine iyi bir kul oluruz inşaALLAH
YanıtlaSilİnsan ancak uyumlanabildiği yerde vardır, var olmanın ilk şartı bulunduğun yere uyumdur...
YanıtlaSil“Sadece yaratılmış olanı anlayıp taklit etseydik her şey daha kolay olacaktı. Ancak biz Yaratıcıyı da onun tasarımını da pek anlayamadık ve uyumsuz kaldık. Uyumsuzluğun olduğu yerde de huzur ve düzen olmuyor.”
YanıtlaSilUyumun sırrı, anahtarı… Emeklerinize sağlık Sevgili Yazar, teşekkürler. 🌷