RAMAZAN KOLİSİ
Ahmet
ramazan kolilerini itina ile arabanın bagajına yerleştirdi. Kalan dört koliyi
mecburen arka koltuğa attı. Bir taraftan da söyleniyordu: “Ne gerek vardı şimdi bu kadar koliye. İlle de hepsi bugün mü dağıtılmalıydı? Şu hanımının işgüzarlığının
ceremesini hep ben çekiyorum.”
Telefonun
mesaj bölümündeki adreslere bir göz attı. En uzaktan başlayarak dağıtmak en
mantıklısıydı. Böylece “İftara trafik
olsa bile dönüş vakti eve yakın adreslerde olurum.” diye düşündü.
Canan,
Ahmet ile evleneli henüz bir yıl olmuştu. Ahmet ilk eşini bir trafik kazasında
kaybetmişti. Uzun yıllar yalnız yaşadıktan sonra çocukların ısrarıyla evlenmeyi
kabullenmişti. O bekârlığından gayet memnundu, tüm gün ya belgesel seyrediyor
ya da evi temizliyordu. Hava güzel olunca yürüyüşe çıkıyor, kötü olunca da
tiyatroya gidiyordu. Evlenmeye karar verdiğini söyleyince oğlunun vesilesiyle
Canan ile tanıştırmıştı. Birkaç görüşmeden sonra evlenmişlerdi.
Titiz
bir adamdı. Evde yıllarca alıştığı düzeninin bozulmasını istemiyordu. Canan eve
gelince hemen kahverengi perdeleri değiştirmişti. Açık yeşil koltukları renkli
yumuşak yastıklarla süslemişti. Mutfaktaki renk renk ev eşyalarının çokluğu Ahmet’i
rahatsız ediyordu. Banyo duvarlarına bile küçük tablolar yerleştirmişti Canan. “Kadınlar işte, ne gerek var bu kadar masrafa?“
diye düşünse de Canan pek oralı değildi.
Ahmet’in
eski eşi sessiz bir kadındı. Çok genç yaşta evlenmişlerdi. Bu yüzden Ahmet’in
onu yönetip yönlendirmesi kolay olmuştu. Canan ise çok sosyal bir kadındı.
Evlendiklerinden beri ev bir türlü boş kalmıyordu. Ahmet ilk başta biraz dırdır
etti. Konfor alanının hayli dışına çıksa da zamanla alıştı bu hareketliliğe. Canan’ın
çok farklı insan gruplarından arkadaşları vardı. Bir yere gitseler hemen oraya
uyumlanıyor, etrafındakiler onu tanıyor hissine kapılıyordu. Bu onda hem bir
endişe oluşturuyor, hem de garip bir sempati uyandırıyordu.
Annesinin
Canan ile anlaşması onu çok mutlu etmişti. Eski eşi çok yoğun çalıştığı için
misafir ağırlamaya vakit bulamazdı. Ancak hafta sonları ev işlerine
yetişebilirdi. Akşam yemekleri hafta sonu dahil hep ebeveynler de yapılırdı. Canan
dağınık ama çok hızlı ve temiz bir kadındı. Çok farklı çiçeklerden oluşmuş bir
bahçe esintisi hissi veriyordu Ahmet’e. Her gün bir özelliğini keşfediyordu
onun.
Yurtdışı
yemek kültürü de olan bir kadındı. Ahmet geleneksel yemekleri sevmesine rağmen
yeni tatlara da hemen alışıverdi. “Oğlu,
baba her şeye hemen itiraz etme! Bir tecrübe et, belki hoşlanırsın, biraz ona
da zaman tanı.” demişti. Oğlu genç yaşına rağmen yurtdışında büyük bir
şirkette çalışmaya başlamıştı. Onun düşüncelerine ve tavsiyelerine önem
veriyordu. O yüzden Canan’a alışmak zor olsa da hemen tepkiselleşmiyordu Ahmet.
Sıkıştığı zamanlar kendini çalışma odasına atıveriyordu. Tanışmalarına vesile
olan oğlunu mahcup edip üzmek istemiyordu.
Akşam
iftara epeyce misafir gelecekti. Kolileri Canan dağıtırsa yemek geç
kalabilirdi. “Yaa! Misafir çağırmak ile
kolileri dağıtma günü niye aynı gün oldu ki?” diye düşündü. Sonra oğlunun
sözleri yine aklına gelince, “Kadın
milleti ile uğraşılmaz, hemen biran önce kolileri dağıt, evine dön.” dedi
kendine. Bu kadın hayatında tanıdığı kimseye benzemiyordu. Kedi gibi yanına
yaklaşıp “Hayatım.” deyip yanağına
öpücük konduruyor. Sonra bir işi kucağına atıp ortadan yok oluyordu.
“Tamam, kolileri dağıtacaktı da, bir de tanımadığı
insanların resmini nasıl çekecekti? Ben bu işi nasıl kabul ettim.” diye navigasyona
bakıp düşünürken nihayet gecekondulu bir mahallede ilk hedef aileyi bulup
kapıyı tıklattı. İçerden bir çocuk ağlaması ve kadın sesi geliyordu. Küçük bir
kız çocuğu gülümseyerek kapıyı açtı. Arkasından yaşlı bir kadın geldi. Ahmet’in
elindeki koliyi görünce:
-Bu kadar erken beklemiyordum. Buyurun
oturup dinlenin.
-Yok. Teşekkür ederim hiç rahatsız
etmemeyim.
Bilmediği
bir evde olmaktan rahatsız olmuştu. Yaşlı kadın “Bir dakika…” deyip köyden gelen incir reçelini hediye etti. Ahmet
baktı almasa kadın üzülecek “Zahmet
ettiniz hiç gerek yoktu.” dedi. Kadın öyle sevimli ve içten gülümsüyordu ki
reçel elinde kalakaldı. Aklına resim çekmesi gerektiği geldi. Telefonu çıkarıp
kolinin resmini çekip hemen oradan kaçmak istedi. Küçük kız konuyu biliyormuşçasına kolinin
üzerinde hemen bir poz verdi. Bu hal Ahmet’i çok şaşırtmıştı. “Anneanne hadi sende gel birlikte çekinelim.
Canan abla bizi birlikte görsün.” demez mi? Küçük kızın hallerine gülmeden
duramadı.
Tatlı,
küçük kız bahçe kapısına kadar Ahmet’e eşlik etti. Ahmet’in yanaklarına kocaman
bir öpücük kondurdu. Ahmet çok utanmıştı, ama neden utandığını da bilmiyordu.
Sapsarı saçları, kırmızı yanakları ve o
küçük tombul elleri ile tam bir maskottu bu kız.
İkinci
adres epeyce yakındı, araba kullanmasına gerek kalmamıştı. Karısı bütün adresleri
birbirine yakın sıralamayla vermişti. Eski, sıvaları dökülmüş bir binanın
önündeydi. İkinci kata çıktı, tırabzanlar kötü ve güvensizdi. Bina yıllardır
temizlenmemiş hissi veriyordu. Beş numaranın ziline bastı. Biri paldır küldür
yürüyerek kapıya doğru koşuyordu. Otistik bir çocuk kapıyı açtı. “Amcaaa!” diye elindeki kutuya atıldı.
Ahmet hiç beklemediği bu hareketten şaşkındı. Dengesini kaybedip az kalsın
koliyi düşürecekti. Evde yatalak bir yaşlı adam vardı. Gayri ihtiyari adama
selam verme hissiyatı doğdu. Ailenin tek eğlencesi olan televizyonları
bozulmuştu. Biraz siyaset, biraz ekonomi biraz futboldan bahsettiler. Ama hiç
biri Ahmet’in ilgi konusu değildi. “Ben
kolinin teslimat resmini nasıl çekmeliyim.” diye düşündü. İstemeden canı
sıkılıp suratı asılmıştı. Tam evden çıkıyorken evin annesi, “Resim çekmediniz, Canan abla sonra arar
bizi, bizim akıllı telefonumuz yok, bir daha gelmek zorunda kalmayın.” dedi.
Ahmet, “Sizi rahatsız etmeyeyim, amca da
hasta vs.” gibi bir şeyler
geveledi ama kimse duymadı. Çoktan bütün aile felçli amcanın yer yatağının yanında
gülümseyerek poz vermişti. Koliyi de sehpa niyetine önlerine koymuşlardı. Yaşlı
adam gülerek “Hadi, selfi yapalım!” dedi.
Ahmet bile kendi haline çok şaşırdı. Burada daha uzun vakit geçirmek isteme
hissini anlamlandıramadı. Dağıtması gereken daha dokuz koli vardı ve acele
etmeliydi, çok oyalanmıştı. Evin hanımı Canan’a köyden gelen kurutulmuş taze
fasulye hediye etmişti. Ahmet herkesle tek tek vedalaşıp ayrıldı.
Nihayet
sonuncu adrese de gidip arabaya bindi. Trafik olmayan ara sokaklardan eve doğru
yola çıktı. Arabayı kullanırken bir taraftan da gün içinde olanları düşündü. “Ben hayatımda bu kadar çok aile ile hiç tanımadım.
Ne kadar çok şey kaçırmışım.” dedi Canan hayatına girdiğinden beri ne kadar
farklı insanla karşılaşmıştı. Bu bir yıl içinde kimsenin öldürse ona
yaptıramayacağı onlarca işi keyifle öğrenmişti. Elli beş yıllık hayatında
bilmediği mekanlara gitmiş, tanımadığı insanlara misafir olmuştu. Garip bir his
vardı içinde ama mutsuz değildi. Onu tanımlamaya çalıştı, galiba sekineydi bu.
Arabayı park edince gün içinde çektiği resimlere tek tek baktı. O tatlı sarışın
kızın fotoğrafına bakınca elleri kızın yüzüne dokunuverdi. Yaşlı adamla yaptığı
selfiyi görünce aklına çalışma odasındaki küçük televizyon geldi. “Onu yarın yaşlı adama götürmeliyim.”
diye düşündü. Cananla birlikteyken televizyona zaman kalmıyordu.
İftara
çok az zaman kalmıştı. Aceleyle merdivenlerden çıktı. Anahtarını çıkarıp tam
kilidi çevirecekken Canan gülümseyerek kapıyı açtı. “Seni gördüm arabayı park ederken.” dedi. Ahmet bir çırpıda eşini
apartman koridoruna çekip öpüverdi. Canan çok utanmış ve şaşırmıştı. Yüzü
kızarmış bir şekilde, “Ben evdeyken anahtarla
girmeni istemiyorum. Neden zile basmadın? Anne bak oğlun hiç sözümü dinlemiyor
ve aynı zamanda çok yaramaz.”
Gülümser
teyze içerden bağırdı. “Hadi, geç kalacaksınız
ezan okunuyor iftarı açalım.”
Deneyimsel
Öğreti der ki: “Farklılıklar bizi zenginleştirir. Mesele benzer olanla uyumlanmakdeğil, kendinden farklı olanla yaşayabilmek.“
İnsan
farklılıkları yönetip bundan keyif almaya başladıkça hayatı değişir. İnsanın
etrafı değiştikçe eğer iç dünyasında bir direnci yoksa iç dünyası da değişir.
Sonra tüm bu zenginlik hayatına yayılır. Bir bakar ki kazandığı paranın
miktarında bir artış yok ama daha zengin hisseder. Belki de gönül zenginliği denilen şey budur.
Canan, Ahmeti’in istediği ve alışkın olduğundan farklı bir mizaca sahipti. Başta onu yadırgayıp kabullenmekte zorlandı ama zamanla bu farklılığın hayatına getirdiği zenginliği gördü. Hiç tatmadığı duyguları hissederken artık daha mutluydu…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insana hayat yolunda ihtiyacı olan tüm bilgileri veren gerçeklik ilmidir. Deneyimlerden yola çıkarak ulaştığı gerçek bilgilerle insanın geleceğini tasarlaması için stratejiler üretir. Problemlerini nasıl çözebileceğine dair gerçek yöntemler sunar.
İnsan, kendisi gibi olan insanlarla birlikte olmak ister. Oysa insanın farklı olana ihtiyacı vardır. Çünkü farklılıklarımız zenginliklerimizdir ve bizi geliştirir.
YanıtlaSilTeşekkürler Sevgili Yazar, emeklerinize sağlık.🌷
Farklılıklarla gelişiriz, dünyamız zenginleşir.
YanıtlaSilFarklılıklarımız değil,
YanıtlaSilYönetememek sorun...
Anlayıp öğrenenlerden olalım inşaAllah
Etkilendim Çok güzel bir yazıydı Gerçekten insan kendisinden Farklı olanı yönetebilmesi için önce onu tanıması gerekiyor sonrası da bu farklılığının zenginliğinin tadına varıyor insan
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌹
YanıtlaSilİnsan güzele uyum sağladığında güzelleşiyor. Yeter ki direnç gösterme sabret …
Herkes senin gibi olmak zorunda değil ama iyi olmak zorunda...
YanıtlaSilİyiki farklıyız :)
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌸
Çok anlamlı bir yazı... Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilNe güzel yaratılışmışız🥰 kendimizi geliştirmemiz için yanımıza da ikram verilmiş. O ikramın farkında olanlardan olmak ümidiyle teşekkürler kaleminize sağlık
YanıtlaSil🥀🌾🥀🌾🥀🌾