BEN ONA HİÇ KIYAMAM
Nihal’in başı yine öne düşmüştü. Gözlerinden akan yaşları silip başını kaldırdığında buzdolabı kapağındaki magneti gördü. Hava balonunun altında büyük harflerle Kapadokya yazıyordu. Oğlu Feridun arkadaşlarıyla gittiği geziden getirmişti. Galiba annesine aldığı ilk ve tek hediyeydi. Şimdi Nihal o magnete baktıkça kızıyordu. Hem kendine hem oğluna hem de eşine. Bu çocuğu neden böyle yetiştirdi diye. Oysa Feridun o magneti getirdiğinde, o kadar mutlu olmuştu ki. Nereye koyacağını şaşırmıştı. Ne zaman misafir gelse “Bu hediyeyi de Feridun almış gelirken. Ta oralarda annesini düşünmüş çocuğum.” diyordu. Oysa annesine aldığı bile kesin değildi. Eve geldiğinde buzdolabına takmıştı o kadar. Ama mutfak sonuçta annenin alanıydı dolayısıyla ona almış oluyordu, değil mi? 26 yaşına gelmiş olmasına rağmen eve tek getirdiği şey bu magnetti. Nihal mutfakta yine derin düşüncelere dalmıştı. O geçmişin hesabını yaparken, Feridun odasında uyuyordu. Öğlen güneşi de uyandırmaya yetmiyordu onu… Annesi ise “Hiç kıyamıyordu.” onu uyandırmaya.
Evin tek çocuğu Feridun küçükken de çok hareket eden bir çocuk değildi. Sessiz sakin, devamlı uyuyan sadece annesini emmek için uyanan bir bebekti. Geç gelen tek çocuktu. Bundan dolayı annesi de üstüne çok titrer, nasıl besleyeceğini şaşırırdı. Havuç suları, üzüm suları şişe şişe eve taşınırdı. Her öğün taze yemek hazırlanırdı. Kaşık kaşık beslenir, üstü hiç kirlenmezdi. Feridun’un kendi yapısının üzerine annesinin ona sunduğu bu rahatlık daha yavaş bir insana döndürmüştü. Hareket etmeyen, devamlı ağzına yemek verilen ton ton Feridun olmuştu.
Okul yıllarında da benzer sahneler yaşanmıştı çoğu kez. Okula giderken oğlunun elini sımsıkı tutup öyle götürürdü. Oğlu elini sımsıkı tutmuştu, nasıl da korkuyordu. Aklında bir sürü soruyla yürüyordu. “Öğretmeni ya kötü davranırsa, okul çalışanları ilgilenmezse, Nasıl kıyacaktı Nihal minicik oğluna. Hiç annesiz kalmamıştı ki? Nasıl bakacaktı o kadar insanın arasında yavrucağız başının çaresine?” Düşündükçe yüreği sıkışıyordu Nihal’in. Derken yıllar böyle geçti. Her eğitim yılı farklı bir problemle uğraşıyor ve Feridun için her geçen gün daha çok kaygılanan birine dönüşüyordu. Dersini yapamaz da ya sınıfta rezil olursa deyip onun yerine ödevlerini yapıyor ve oğlu yapmış gibi gösteriyordu. Böylelikle Feridun gittikçe derslerine daha az özen gösteren biri oldu. Okula gitmiyor gitse de kimse ile arkadaşlık kurmak istemiyordu. Herkes okula birlikte yürüyerek gidip gelirken, Feridun’u annesi götürüyordu. Yolda bir sürü insan vardı başına ne geleceği belli olmaz. Kaba çocuklar ona zarar verir diye korkuyordu. Tek gitmesine hiç kıyamıyordu…
Nihal Hanım oğluna bu kadar değer veriyordu ama oğlu yıllar içinde annesine hiç değer vermez hale gelmişti. Annesine kötü davranıyor, yaptığı hiçbir şeyi beğenmiyordu. Kendini bu kadar hırpalamasına rağmen ve kimsenin annesi onun gibi davranmıyor olmasına rağmen oğlu neden böyle olmuştu? Bir türlü anlayamıyordu.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Kişi emek verdiğine düşkünleşir. Emek verilen ise emek verene nankörleşir.”
Bir şeyler fazla gelmişti sanki… Belki de çok fazla…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insana hayat yolunda ihtiyacı olan tüm bilgileri veren gerçeklik ilmidir. Deneyimlerden yola çıkarak ulaştığı gerçek bilgilerle insanın geleceğini tasarlaması için stratejiler üretir. Problemlerini nasıl çözebileceğine dair gerçek yöntemler sunar.
Yorumlar
Yorum Gönder
Düşünceleriniz bizim için çok kıymetli