SOĞUK
Dişlerimin titremesine
engel olamıyordum bir türlü. Ayak parmaklarımı hissetmez olmuştum. Abim ellerimi
kendi ellerinin arasına almış, ısıtmak için üflüyordu. O da üşüyordu ama belli
etmemeye çalışıyordu. Ağlamak üzere olduğumu fark edince hayal kurma oyunu
oynayalım, demişti bana. “Bakalım hangimizin hayali daha güzel?”
Gözlerimi kapattım ve
anlatmaya başladım. “Dışarıdaki rüzgârın sesinden belli şiddeti. Yağmur ise tüm
hıncıyla cama vuruyor. Ama biz sıcak evimizde sobanın etrafına oturmuş
gülüşüyoruz. Annemin kestaneleri çevirmesini izliyoruz. Kim kaç tane yiyecek
hesabı yapıyoruz. O sırada kapı çalıyor. Gelen babam. Koşarak boynuna
sarılıyorum. Beni omzuna alıp dolaştırıyor...”
Sonra abim başladı
anlatmaya. “Sabah annem alnımızdan öperek uyandırmış bizi. Gözlerimi açmamla
gelen kokuyu içime çekmem bir oluyor. Annem o meşhur falafelini yapmış.
Fırlıyorum tabi yataktan. Ailecek oturuyoruz sofraya. O kadar çok yiyoruz ki;
yerimizden kalkamıyoruz...”
Birkaç dakika da olsa unutmuştuk
her şeyi. Sonra gerçek hayata döndük ikimizde. Soğuğu tekrar iliklerimize kadar
hissettik. Çok üşüyordu küçücük bedenim. Ama sadece bedenim değil, yüreğim de
üşüyordu. Bir başımıza kalmıştık. Ağladığımda susturacak, acıktığımda karnımı
doyuracak ne annem vardı, ne de babam. Onların yokluğunda bana abim bakıyordu. Bir
yandan elinde kuru ekmek, karnımı doyurmak için çabalıyor; bir yandan beni
ısıtmak için uğraşıyordu. Yiyecek bir şey bulamayınca oyunlarla avutuyordu
beni. Sınırlı imkânlarla elinden geleni yapmaya çalışsa da, savaşın çemberinden
hareket edemiyordu.
Annesiz, babasız bir başına
kalıp, etrafa korku dolu gözlerle bakıyordum. Beni rahatlatan, teselli eden abimdi.
Küçük yaşına rağmen büyük işler yapan abimdi. O benim kahramanımdı.
Soğuktan hasta olmuştum, öksürüyordum.
Her öksürükte adeta nefesim kesiliyordu. Hastalık giderek ağırlaşıyor, yaşamak
zorlaşıyordu. Ancak bir tek hasta olan ben değildim.
Tüm dünya hastaydı.
İnsanlık ölmek üzereydi.
Masumun acısı yeri göğü kaplamışken,
dünya kör sağırdı.
En yakındakiler en uzak
olmuştu birden.
Aynı coğrafyanın insanları
elleri, kolları bağlı beklerken,
Yüreklerine prangalar
takılmıştı.
Vefasızlıklarının sebebi
neydi?
Kendi sıcak yatakları mı?
Doymak bilmeyen nefisleri
mi?
Güvenli gördükleri evleri
mi?
”Komşusu açken tok yatan bizden değildir” denmez miydi?
Savaşın ateşi her yeri
sarmışken;
Yetimlerin, çaresizlerin,
ölülerin ve dirilerin halini görmeyişleri!
Üşütüyordu, işte bunlar
yüreğimi.
Sorular zor ve sınavımız
ağırdı.
Bir ben değildim yetimlik
kalan.
O'nun
en sevdiği de yetim kalmıştı.
Büyük bedellerin büyük
ödülleri olurdu elbet.
O yetiştirecek. O koruyacak. O sahip çıkacaktı.
Sahiplerin en güzeli O’ydu.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki; “Öyle kaybedişler vardır ki, aslında kazançtır.”
Kaybetmeden kazanmak
olmuyordu!
Kimi evladını,
Kimi annesini, babasını,
Kimi kolunu bacağını,
Kimi evini,
Kimi oyuncağını,
Kimi dede, torununu
kaybetti.
Kimi derken binlerce kişi!
Binlerce kişinin
öldürüldüğüne şahit oldu Dünya.
Binlerce kişi öldürülürken
yakınlarının şikâyet etmediğini de gördü Dünya.
Ateşinin ortasına giderken
“Her şeyi yaratan benden haberdardır. ”diyen İbrahim gibi.
Biz de O’ndan hiç ümit kesmedik.
Ancak kâfirler Allah’tan ümit keser. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilHer şeyi gören bilen Rabbime hamdolsun.O kimsesizlerin kimsesi..Koruyup Gözetendir...
YanıtlaSilDüşündüren bir yazı olmuş kaleminize sağlık... Başımıza ne gelirse gelsin hangi acıyla karşı karşıya kalırsak kalalım o acıyı bize veren çok merhametli. Demek ki ona ihtiyacımız var ki veriyor. Allah israf yapmaz. İhtiyaç sahibinin ihtiyacını görür.
YanıtlaSilBoğazım düğümlendi... Çok şükür RAB bimiz var Aile Büyüğümüz asıl... Her yetimi, her öksüzü asıl yetiştirecek olan...
YanıtlaSilTeşekkürler Sevgili Yazar, emeklerinize sağlık:)
Öyle kaybedişler var ki aslında kazançtır... Bu bilinçte olup böyle yaşayanlardan olmak nasip olsun
YanıtlaSil